Gazetemizin bu sütunlarındaki köşemde en çok dile getirdiğim olayların, “İnsan olabilmek” olduğunu beni takip edenler anımsarlar.
İnsan olmak, insanım diye dolaşmak veya insan olarak yaşadığını sanmak, yada çevresine göstermek değil, asıl olan çevrenizdeki insanların; sizi insan olarak görüp göremedikleri önemlidir.
Yaşadığımız toplumda, aile bireyleri, ev komşuları, Mahalle sakinleri ve yaşadığımız yerleşim birimindeki hareketlerimiz, iletişimlerimizi kontrol ettiğimizde bizi çevremiz daha iyi anlatır.
Bu anlatmalar sırasında farklı yorumlar yapanlar, gördüklerini ezbere okuyanlar ile ‘fesat zihniyetli’ kişileri de unutmamak gerekiyor.
Okumayan, gördüklerini o anlık algılayan, beynini yormadan gerçekleri araştırmayanlar basit düşünerek karşısındaki kişileri değerlendirirken, onların haklarını çiğnediklerini, saygısızlık yaptıklarını düşünmeleri ile toplumda huzurlu ve barış içerisinde yaşamı görebiliriz.
İnsanların diline, inancına, giyim-kuşamına, milliyetine, cinsiyetine, rengine bakarak ‘ötelemek’ veya ‘yandaş bilme’ olayının ne kadar yanlış olduğunu iyi anlamak gerekiyor.
Öncelikle, insanlar ve tüm canlıların yaradılışı, doğuşu ve varlığının nedenleri ve odak noktasını iyi anlayamayanlar bu ayrımcılığın içerisinde yer alıyorlar.
İnsanların ten renkleri coğrafi iklimlerin hakim olduğu yerlere göre farklılık gösterir. Konuşmaları da yine bölge ve toplumun diline göre değişiklik gösterebilir.
Hiçbir kişi kendi istediği bir yerleşim yerinde doğmamıştır.
Osmaniye’de yaşayan bir insanın konuşma dili ile İstanbul’da veya Karadeniz bölgesinde doğup yaşayan bir insanın konuşma dili arasında doğal olarak biraz farklılıklar gösterecektir.
Karşımızdaki kişi ile olaylar üzerinde anlaşabiliyorsak, bir işimizi yaptırmak istediğimizde onunla el işaretleri ile de olsa sorunlarımızı aktarabiliyorsak sorun kalmamış demektir.
Anlamadığınız bir yabancı müzikteki sözler karşısında, sadece müziğin ritmine göre kendinizi ayarlıyor ve çeşitli hareketler yapıyorsanız, burada müziğin evrenselliği, dili, dini, milliyeti ortaya çıkıyor demektir.
Dün sabah Fox Televizyonunda İsmail Küçükkaya’nın “Çalar saat” programını izliyorum. Küçükkaya haberleri sunarken, gündemle ilgili değerlendirmeleri de izleyicileri ile paylaşıyor. Sosyal paylaşım sitesi üzerinden izleyicilerin iletilerini ve sorularını da alan Küçükkaya, yine izliyecilerle bunları paylaşıyor.
Bir izleyici Küçükkaya’ya mesaj çekiyor, “siyaset yaptığını söylüyor” haberlerin yaşanma biçimi veya gelişiminde var olan siyaset ise eğer, sunulan haberde farklı olayları çıkarması gereken izleyici iktidarın eleştirildiğini öne sürüyor.
Asıl anlatmak istediğim başka bir olay vardı. Bir kadın Küçükkaya’ya gönderdiği ileti de, “Siz Alevi misiniz, Sünni mi?”diye soruyor.
Küçükkaya bir an durdu ve kameraya yaklaşarak bu kadına ne dedi biliyor musunuz? “Ben önce İnsanım, nasıl bir soru sizinkisi. Ben burada yaşanan olayları anlatmaya çalışıyorum”
Düşünün, bu kadının sorduğu soruya bakın! Küçükkaya veya bir başka TV sunucusunun “Alevi veya sunni’ olması” o izleyicide ne gibi etki veya tepki oluşturuyordu? Böylesi bir ayrımcılık, böylesine bir bağnaz soruyu günümüzde sorma gereği duyan kişilerin önce ‘İNSAN’ olup olmadıklarını daha çok düşünmeye başladım.
Böyle düşünenlere sormak isterim; “Bir camide namaz kıldıran Din adamına da aynı soruyu sorabilir misiniz?” Barış içinde yaşamayı baltalamak isteyen zihniyeti şiddetle kınıyorum. Saygılarımla…
İnsan olmak, insanım diye dolaşmak veya insan olarak yaşadığını sanmak, yada çevresine göstermek değil, asıl olan çevrenizdeki insanların; sizi insan olarak görüp göremedikleri önemlidir.
Yaşadığımız toplumda, aile bireyleri, ev komşuları, Mahalle sakinleri ve yaşadığımız yerleşim birimindeki hareketlerimiz, iletişimlerimizi kontrol ettiğimizde bizi çevremiz daha iyi anlatır.
Bu anlatmalar sırasında farklı yorumlar yapanlar, gördüklerini ezbere okuyanlar ile ‘fesat zihniyetli’ kişileri de unutmamak gerekiyor.
Okumayan, gördüklerini o anlık algılayan, beynini yormadan gerçekleri araştırmayanlar basit düşünerek karşısındaki kişileri değerlendirirken, onların haklarını çiğnediklerini, saygısızlık yaptıklarını düşünmeleri ile toplumda huzurlu ve barış içerisinde yaşamı görebiliriz.
İnsanların diline, inancına, giyim-kuşamına, milliyetine, cinsiyetine, rengine bakarak ‘ötelemek’ veya ‘yandaş bilme’ olayının ne kadar yanlış olduğunu iyi anlamak gerekiyor.
Öncelikle, insanlar ve tüm canlıların yaradılışı, doğuşu ve varlığının nedenleri ve odak noktasını iyi anlayamayanlar bu ayrımcılığın içerisinde yer alıyorlar.
İnsanların ten renkleri coğrafi iklimlerin hakim olduğu yerlere göre farklılık gösterir. Konuşmaları da yine bölge ve toplumun diline göre değişiklik gösterebilir.
Hiçbir kişi kendi istediği bir yerleşim yerinde doğmamıştır.
Osmaniye’de yaşayan bir insanın konuşma dili ile İstanbul’da veya Karadeniz bölgesinde doğup yaşayan bir insanın konuşma dili arasında doğal olarak biraz farklılıklar gösterecektir.
Karşımızdaki kişi ile olaylar üzerinde anlaşabiliyorsak, bir işimizi yaptırmak istediğimizde onunla el işaretleri ile de olsa sorunlarımızı aktarabiliyorsak sorun kalmamış demektir.
Anlamadığınız bir yabancı müzikteki sözler karşısında, sadece müziğin ritmine göre kendinizi ayarlıyor ve çeşitli hareketler yapıyorsanız, burada müziğin evrenselliği, dili, dini, milliyeti ortaya çıkıyor demektir.
Dün sabah Fox Televizyonunda İsmail Küçükkaya’nın “Çalar saat” programını izliyorum. Küçükkaya haberleri sunarken, gündemle ilgili değerlendirmeleri de izleyicileri ile paylaşıyor. Sosyal paylaşım sitesi üzerinden izleyicilerin iletilerini ve sorularını da alan Küçükkaya, yine izliyecilerle bunları paylaşıyor.
Bir izleyici Küçükkaya’ya mesaj çekiyor, “siyaset yaptığını söylüyor” haberlerin yaşanma biçimi veya gelişiminde var olan siyaset ise eğer, sunulan haberde farklı olayları çıkarması gereken izleyici iktidarın eleştirildiğini öne sürüyor.
Asıl anlatmak istediğim başka bir olay vardı. Bir kadın Küçükkaya’ya gönderdiği ileti de, “Siz Alevi misiniz, Sünni mi?”diye soruyor.
Küçükkaya bir an durdu ve kameraya yaklaşarak bu kadına ne dedi biliyor musunuz? “Ben önce İnsanım, nasıl bir soru sizinkisi. Ben burada yaşanan olayları anlatmaya çalışıyorum”
Düşünün, bu kadının sorduğu soruya bakın! Küçükkaya veya bir başka TV sunucusunun “Alevi veya sunni’ olması” o izleyicide ne gibi etki veya tepki oluşturuyordu? Böylesi bir ayrımcılık, böylesine bir bağnaz soruyu günümüzde sorma gereği duyan kişilerin önce ‘İNSAN’ olup olmadıklarını daha çok düşünmeye başladım.
Böyle düşünenlere sormak isterim; “Bir camide namaz kıldıran Din adamına da aynı soruyu sorabilir misiniz?” Barış içinde yaşamayı baltalamak isteyen zihniyeti şiddetle kınıyorum. Saygılarımla…